banner3

20 Nisan 2024 Cumartesi

Veyis Güngör'den yeni bir kitap: Avrupa Türkleri Üzerine Düşünceler.

Avrupa nereye - Türkiye nereye?

20 Nisan 2017, 14:38
Avrupa nereye - Türkiye nereye?
Yasin Baş

 

Türkiye-AB ilişkileri son aylarda oldukça gergin bir hal almış durumda. Mülteci anlaşması, sözde Ermeni soykırımı yasa tasarısı, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası sergilenen tavırlar, darbe karşıtı mitinglerin engellenme çabaları, bölücü ve diğer terör örgütlere yönelik tutumlar, İncirlik üssü sürtüşmeleri, AB’li siyasilerin Türkiye’de karşılanma ve yol edilme biçimleri, halk oylaması sürecinde Türk hükümet temsilcilerine yönelik AB ülkelerindeki tahammülsüzlük ve konuşma yasağı uygulamaları, DİTİB gibi Türk Sivil Toplum Örgütleri, imamlar, Türkçe öğretmenleri ve başkonsolosluklar üzerinden Türk Devletine ince ve ayarlı mesajların verilmesi vs. ilişkilerin git gide kızıştığına işaret etmektedir.

 

Diğer taraftan Almanya, Hollanda ve Avusturya gibi ülkelere yapılan Nazi ve faşist benzetmesi bu ülkeleri ve kamuoylarını ciddi derecede rahatsız etmiş görünmektedir. Hatta Almanya’nın Bavyera Eyaletinde bulunan bir kentin belediye başkanı sadece bu sebepten dolayı bir camiye inşaat alanı vermediğini yazılı olarak bildirmiştir. Türkiye ile Avrupa arasındaki gerginlik ister istemez Avrupa’daki Türk vatandaşlarını ve Türk kökenli Avrupalıları da kapsam alanına almıştır.

 

Farklılıklara tahammül kültürü nerede?

 

Artış gösteren cami ve dernek saldırıları, medya kampanyaları ve siyasete alet edilme çabaları Türkleri gelecekte daha zor günlerin beklediğini haber vermektedir. Ana akım medyada, halk oylaması sonrası yine Türk insanının demokratik hakkını ve hür iradesini hiçe sayarak aşağılamaya devam ettiği gözlemlenmektedir. Bazı Avrupa ülkeleri bindikleri dalı budadıklarının farkına hala varamamaktadır. Farklılıklara tahammül kültürü bunca yıla rağmen yavaş ilerlemektedir. 18. Yüzyılın sömürgecilik ve emperyalizm anlayışından kalma yukarıdan bakma; sözde cahil insanları „eğitme” mentalitesinin, siyaset ve medya bağlamında büyük ölçüde hala devam ettiği izlenmektedir.

 

Kendini üstün görme, aşırı gurur, kendini beğenmişlik ile başkalarını değerlendirme biçimi tartışmalı bir davranıştır. Bazı Avrupa ülkelerinde insanlar oylarını ne yönde kullandıklarından dolayı, yani siyasi düşüncelerinden dolayı dışlanmakta ve hakarete uğramaktadır. Bu bazılarına göre bir tür „siyaset ırkçılığıdır”. Belirli bir yönde düşünen insanların dernek ve kurumları saldırılara maruz kalmaktadır. Medeniyetin ve demokrasinin beşiği olduğunu iddia eden ülkelerde böyle bir antidemokratik, dışlayıcı, ötekileştirici ve sadece kendi doğrularını tek doğru olarak kabul görme eğilimi birçok gözlemciye göre demokrasi, insan hak ve özgürlükleri anlayışının ve anayasal hukukun hangi derecede yerinden saptığını göstermektedir.

 

Gelinen noktada şu soruları sormakta fayda bulunmaktadır: Farklı düşüncelere saygı mı, saygısızlık mı? İfade özgürlüğüne tahammül mü, tahammülsüzlük mü? Hukukun üstünlüğü mü, hukuksuzluk mu? Başka ülkelerin iç işlerine müdahale mi, tarafsızlık mı? Başka ülkelerin seçim kampanyasına müdahale mi, tarafsızlık mı? Gezi kalkışmasına bazı ülkelerin medya ve siyasetinin desteği oldu mu, olmadı mı? Belirli ülkeler teröre destek veriyor mu, vermiyor mu? Birçok despot ve diktatörler ile mükemmel ilişkiler kurulabiliyor mu, kurulamıyor mu? Bunlar ile silah ticareti yapılıyor mu, yapılmıyor mu? Bu sorulara cevaplar bulunduğu takdirde, konunun yansıtıldığından daha derin olduğu anlaşılabilir. Avrupa ve Almanya’daki Türk insanı ve kurumlarına saldırılar bu yönden de ele alınabilir. Ancak büyük fotoğraf gözden kaçmamalıdır. Büyük fotoğraf ne anlama mı geliyor? İzah edelim.

 

Her şeye „baş üstüne” diyen „Eski Türkiye” kontrolden çıkıyor mu?

 

Türkiye artık eskisi gibi içine kapalı bir ülkeden dışa açılan bir devlet haline gelmiştir. Klasik emperyal güçler bu durumdan hiç de memnun olmamaktadır. Bu sebeple Balkanlar’da, Kafkaslar’da, Afrika’da, Orta Doğu’da, Orta Asya’da ve hatta Latin Amerika’da artık rekabet yaşanmaktadır. Gelecekte Türkiye üzerinden ve Türkiye’nin kontrolü altında bulunacak bölgelerden geçecek olan enerji ve tabii kaynaklar hatları, yıllardır pastadan payını almaya alışmış çevrelerin rahatını bozmaktadır. Küresel sistem ile ulusal güçlerin içinde bulunduğu mücadele alışık olduğumuz ulus ötesi yapıların değişebileceğine işaret etmektedir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sonrası yerleştirilen düzenin ekseni kaymaya çoktan başlamıştır. Silah sanayisindeki rekor satışlar ve hükümetlerin gıda stoklama çağrıları iyiye işaret etmemektedir. ABD Başkanı Trump, Rusya Lideri Putin, Türkiye Devlet Başkanı Erdoğan ve bu üçlüye katılan birçok lider mevcut sistemi modernleştirmek için medyayı, sermayeyi ve gücü elinde bulunduran yapılara karşı var gücüyle mücadele etmektedir. Bu üçlü son zamanlarda çok yönlü baskılar ile mücadele etmeye mecbur bırakılmaktadır. „Söz dinlemeyen yaramazlar” ekonomik, medya, siyaset, bürokrasi, güvenlik (istihbarat) ve toplumsal protesto yoluyla hizaya getirilmek istenmektedir. Bununla birlikte bazı uzmanlara göre 200 yıldır Türk bürokrasisi ve devleti içerisinde kümelenmiş bir ağ (network) dağıtılmaya başlanmıştır. Bu da o networkler ile bağı bulunan uluslararası kuruluş ve birçok ülkeyi rahatından alıkoymaktadır.

 

Türkiye ile pragmatik çözümler

 

CDU’nun önde gelen siyasilerinden birisi birkaç yıl evvel Türkiye’ye karşı daha ılımlı davranılması gerektiğini ve yeni bir açılım yapılması gerektiğini savunmuştur. Gerekçelerini ise şu şekilde sıralanmıştır: „Türkiye gün geçtikçe güçlenmektedir ve dışişlerinde potansiyel kurmayı başarmıştır. Bu potansiyelle Türkiye’nin bağımsız ve Alman-Avrupa çıkarlarına karşı bir ortadoğu siyaseti yürütmesi uzak değildir. Berlin’in ve Brüksel’in bunu AB’nin Türkiye siyasetini değiştirerek engellemesi gerekmektedir. Gün geçtikçe Almanya’nın ve AB’nin Türkiye’ye karşı yaptırım gücü azalmaktadır.” Referandum sonrası da birçok batılı siyasi Türkiye ile yeniden masaya oturup başlı başına bir anlaşma sağlanması gerektiğini savunmaktadır. Halk oylaması sonrasında taraflar artık daha açık bir şekilde görüşme imkanına sahip olacaktır. Eleştiriler de, kaygılar da, beklentiler de masaya yatırılacak buna göre daha pragmatik bir siyaset yönü hayata geçirilecektir.

 

Kontrol kaybından akıl kaybına mı?

 

Önemli batılı siyasiler Türkiye’nin gün geçtikçe güçlenmesini, bağımsızlaşmasını ve millileşmesini kontrol kaybı olarak değerlendirmektedir. Ancak bu kontrol kaybını lehlerine çevirmek de aynı şekilde bu siyasilerin ellerinde bulunmaktadır. Açıkçası Avrupa artık bir karar vermelidir. 50 yıldır AB’ye giriş için bekleyen ve bekletilen Türkiye ile ne gibi bir işbirliği düşünülmektedir? 50 yıl, 100 yıl daha oyalama taktiği mi, yoksa bir karar vermek mi? Bazı AB’li liderler Türkiye’nin Rusya, İran ve Çin’e yönelmesini istemediklerini söylemektedir. „Türkiye elden gidiyor“ anlamına gelen bu söyleme hangi eylem ile cevap verileceği gerçekten merak konusudur. Bazı uzmanlar buna kutuplaşma ve iç karışıklık ile cevap verilebileceğini, durumun tırmandırılacağını ve sonunda da uluslararası askeri ittifaklar ve silahlı kuvvetler içinden bir kanadın işe katılabileceğini bildirmektedir. Bazı gazeteciler de Türkiye Cumhurbaşkanı’nın artık seçimlerle değişmesinin imkansız olduğunu ve sadece iki seçeneğin kaldığını dile getirmektedir: 1. „Revolution“, yani ihtilal. Bununla halk ihtilali, yani bir ayaklanma kastedilmektedir. 2. „Putsch“, yani darbe. Bununla da askeri bir ayaklanma kastedilmektedir. Brezilya’da ki sözde yolsuzluk darbesi, Mısır darbesi, Ukrayna ihtilali ve değişik renkli devrimleri göz önüne getirdiğimizde bu seçeneklerin hala yürürlükte olduğunu izleyebilmekteyiz. Umarız Avrupa’da da, Türkiye’de de kavga yerine işbirliğini tercih eden siyaset galip gelir.

 

Bindiği dalı kesmemek

 

Geldiğimiz dönem enformasyon ve psikolojik mücadele üzerinden yürütülen bir dönem oluğuna işaret etmektedir. Yalan ve taraflı haberler (dezenformasyon) üzerinden kitleleri yönlendirme, daha çok savaş öncesi ve esnasında kullanılan yöntemlerdir. Dezenformasyon ile mücadele merkezlerinin kurulması da buna işaret etmektedir. Bu da geleceğin çok da parlak olduğu anlamını taşımamaktadır. Umarız herkes aklını başına alır ve toplumları huzurdan ve barıştan uzak maceralara sevk etmez. Huzurun kıymeti kaybolduğunda anlaşılır. Umarız akl-ı selim galip gelir. Türkiye Doğu ile Batı arasında bir köprüdür. Türkiye gerek AB ve Atlantik kurumları ile gerekse doğulu ittifaklar ile işbirliği içine girebilir. Bu Türkiye için de, AB için de büyük bir fırsattır. Türkiye’nin Avrupa’ya, Avrupa’nın da Türkiye’ye ve Türkiye üzerinden Doğu’ya ihtiyacı vardır. Taraflar bunu anlayıp değerlendirebilirlerse iki taraf da kazançlı çıkabilir. Ancak bindikleri dalı kesmekte ısrar edenler sonunda kendi kalelerine gol attıklarını da anlarlar mı?

    Yorumlar

HAVA DURUMU
Görüntülemek istediğiniz ili seçiniz:
NAMAZ VAKİTLERİ
Görüntülemek istediğiniz ili seçiniz:
EN ÇOK OKUNANLAR
BUGÜN
BU HAFTA
BU AY
EN ÇOK YORUMLANANLAR
BUGÜN
BU HAFTA
BU AY
SPOR TOTO SÜPER LİG
Tür seçiniz:
E-GAZETE
ARŞİV
banner4