banner3

20 Nisan 2024 Cumartesi

Veyis Güngör'den yeni bir kitap: Avrupa Türkleri Üzerine Düşünceler.

Avrupa’da Çoğalarak Tükenmek

18 Ekim 2017, 07:54
Avrupa’da Çoğalarak Tükenmek
Muhsin Ceylan
Politik tezlerine destek arayan politikacılarımız ile rakam esnafı olan enstitülerimiz, Almanya merkezli Avrupa Türkleri ile ilgili yığınla sayılar verirler. Okullarda bazan ‘Türk’ bazan ‘Müslüman’ çocukların sayıları, mevcut demografik yapının şimdiki şartlar ışığında 10, 20 veya 50 yıl sonraki hali, üniversitelere giden veya mezun olmuş göçmenler arasından yine ‘Türk’’ veya ’’Müslüman’’ gençler, mesleklisi mesleksizi, evlenip ayrılanı, çalışanı işsizi, işletmesi olan yatırımcı sayıları ve ciroları, Alman, çifte veya tek vatandaşlısı vs. vs. Bunlar olmamalı mı? Elbette olmalı. Mevcut halimizi iyi anlamak yarınlara kafa yormak ve arızaları gidermek için de elzemdir. Fakat insanı salt rakamlar üzerinden okumanın zalimlik olduğuna inananlardanım. Çünkü insanın, kültürel, sosyal, milli, dini, ırki, duygusal yanları da vardır ki, insanı ve onu oluşturan toplumu bunlarsız  ne tarif edebiliriz, ne de anlayabilir, okuyabiliriz. Globallaşma, herşeyi rakama döktü ve ticaretini yapıyor. Esas olan; insanın matematikteki karşılığı değil, değeri, kıymetidir. İnsanı sadece matematik üzerinden bakanların neyi hedeflediklerini uzun yıllar finans ve sanayi sektöründe çalışmış olan Bayan Loretta Napoleoni’nin, Die Zuhälter der Globalisierung ’’Globallaşmanın Pezevenkleri” adlı kitabına baktığımızda görürüz. Buna şimdilik noktalı virgül koyarak, esas konumuza geçelim, isterseniz.

Biz, yaşadığımız ülkelerin yeni yerlileri haline gelen Avrupa Türkleri, buradaki varoluşun, yani; kültürel kimlik felsefesini düşünmediğimiz için konuşamıyoruz dolayısıyla da yazamadık. Buna, esas kafa yorması gerekenler biz olmamıza rağmen, bir türlü beceremedik. Ve yakın vadede başarabileceğimizin emareleri de maalesef görülmüyor. Bu geleceğimiz açısından hayati ehemmiyet taşıyan konuyu daha doğrusu tehlikeyi az da olsalar görenler yazdı, çizdi fakat duyan görenimiz olmadı. Çünkü kafa konforumuzu bozuyordu yazılanlar. En hızlı ve en büyük dernekçilerimize ilk fırsatta bu konuyu açıp sorun. Bakalım bu gidişatla ilgili ağlamanın dışında sizlere beş evet beş cümlelik hangi çareyi söyleyebilecek...  

 Kültürel altyapısızdan beyhude direnç bekleyişi

 ‘Dünyada değişmeyen tek şey değişimin kendisidir’ tesbitini bilirsiniz. Dolayısıyla bizlerde fert ve toplum olarak, her dem sosyal, kültürel değişim içindeyiz. Bu değişimi en bariz bir şekilde üçüncü kuşaklarımızda görüyoruz. Artık onlar birinci ve ikinci kuşaktan çoook farklılar. Bu yazdıklarım; kimsenin meçhuli değil. Çocuklarımıza baktığımızda resim ayan beyan görülecektir. Ama bu yavaş yavaş olan değişim, bizlerin dikkatini çok çekmiyor. Hani her gün gördüğümüz çocuğun büyümesinin farkına varamadığımız gibi. Oysa o çocuğu uzun bir aradan sonra görenlerimiz, ‘’Aa, maşallah sen ne kadar büyümüşsün’’ dediğinde, ailesinin adeta klasik cevabı; ‘’ Yok, gerçekten büyümüş mü? Biz farkında değiliz’’dir.

 Genç  kuşaklarımızın yaşadıkları sürece ciidi direnme gibi bir gayretleri de beklenmemeli. Çünkü birinci ve ikinci kuşağa kıyasla, onların kültürel altyapıları yok. Yetişme, büyüme süreçleri çok farklı. Kreşe gitmeyle başlayan yoğrulmalarını kendilerine verilen eğitim belirliyor. İlk kuşakların gelirken getirdikleri kültürel değerleri buralarda konserveleştirmeleriyle bir yere kadar gelinebildi.Bunun yetmeyeceği de belliydi. Kendimizi kültürel yenileyemediğimizden, maalesef deniz bitti. Yolda yürüyen veya alışverişlerde beraber olan  birinci, ikinci ve üçüncü kuşağı bırakın davranışlarını, giyim kuşamına bir nazar attığımızda, farklılıkların hangi boyuta geldiğini görmek çok basit. Bunun için öyle derin derin sosyolojik araştırmalara gerek yok. Bu misal yetmedi mi? Düğünde, halaydaki kuşaklara bakın. O da kafi. Yeterki, görmek isteyelim. Genç kuşaklarla sohbet edebilirsek, zihni olarak onların nerede olduğunu da tesbit etmemiz çok kolaydır. Biz onlara milli (kültürel) ve dini değerlerimizi aktarmayı, hafta sonları ihtiyaçları olan tatil, istirahat günlerinde, ders mekanı itibariyle çok şeylerin söylenebileceği camilere, derneklere, namazlık niyazlık öğrenmeye göndermekten ibaret sandığımız için bugünkü noktaya gelip dayandık. Bir öğretmen, savcı gibi değil, bir arkadaş gibi yaklaşarak, çocuklara kendilerini nasıl tarif  ve ifade ediyorlar bir soralım bakalım. Buyrun, buyrun...    

 Kimliği, sadece nüfus cüzdanı sanınca

 Elbette çok nadir de olsa, istisnalarla karşılaşmamız mümkündür. 3. kuşaktan başlayan kültürel temelsizlikten, kimlikler her geçen gün biraz daha kayıyor. Yazdıklarımın, hoşunuza gitmediğinin farkındayım. İsterseniz yazımızın bundan sonrasını okumayarak, genç kuşaklarımızı dolayısyla hepimizi bekleyen tehlikeleri duymaz, görmez, böylecede mesuliyetten de kurtulmuş olur, rahatlarsınız. Tercih sizlerin...

 Aklımızın erdiği nisbette, gördüklerimizi, duyduklarımızı, okuduklarımızı, dinlediklerimizi, seyrettiklerimizi kendi değerlerimize göre damıtmaya çalışıp  içinizden biri olarak kelimelere aktarıp paylaşmaya çalışıyoruz. Yazdıklarımıza itiraz, katılınmayan tesbitlerimiz mutlkaka vardır ve normal olduğundan şaşılacak bir yanı da yoktur. Daha da vakit kaybetmeden yapmamız gereken; bu eksenli nesnel tartışmaları acilen başlatıp çoğaltmamızdır. Bu geleceğimiz açısından elzemdir.

 Toplumların tarihlerine baktığımızda, fertlerin kimlik kayması,öyle hiçte sert olmuyor. İlk etapda gözümüze batmayan, zamanla alıştığımızdan yabancı gelmeyen, tükettiklerimizle yakından alakalıdır kimlik kayması. Hangi dilde düşünülüyor ve konuşulunuyor, zihnimizde hangi kavram resimleri var, dinlediğimiz müzik, seyretttiğimiz dizi, film, okuduğumuz kitap, baktığımız dergi, yediğimiz, içtiğimiz, giyip kuşandığımız herşey kimliğimizi etkileyen farktörlerden bazılarıdır. Listeyi istediğiniz kadar uzatabilirsiniz.

 Fertlerde kimlik kaymasının yavaş yavaş gerçekleştiğini yazmıştık. Daha iyi anlaşılması için bunu biraz daha açalım. Mesela; elimizin kolumuzun bir sebepten dolayı kırılması, vücutta anında görülen bir değişikliktir. Gerekli müdaheleler yapılarak, belki tam eskisi gibi olmasada, düzeltilir. Fakat vücudun bir azasında kendine hayat fırsatı bulmuş kanser hücresi oldukça sinsi, çaktırmadan geliştiğinden, vücutta musallat olduğu yeri tüketince yani patlayınca farkına varılıyor. Kültürel kimlik kayması sürecini biraz buna benzetebiliriz. Teşhis edilen kanser tümörünü, çeşitli tedavi şekilleriyle etkisiz hale getirmek, tahribini azaltmaya yönelik kontrol altında tutarak, vücudu makina ayarlarına çekmeye çalışmak tıbben mümkün olmakla birlikte, bu müdahele süreci diğer azaları tahrip ediyor, biliyorsunuz..  Yani eksen kaydığı zaman, artık hiç birşey eskisi gibi olmuyor, öze dönülemiyor. Kaymanın tortularıyla yaşamak zorunda kalınıyor...

Planlı kimlik kodlamalarıyla karşı karşıyalık

Sonuçları itibariyle, son çeyrek asırdır çok belirgin hale gelen ‘medeniyetler çatışması’, toplumlarda milli kimliği geriye iterek, dini kimliği çok daha belirgin hale getirdi. Mesela; Almanya’da, bizle ilgili haber ve yorumlarda önceleri ‘Türk’ denilirken, günümüzde ise, yoğun olarak ‘Müslüman’ denilmesi. Toplumda adeta dini bir kodlama yapılıyor. Bunun neticesi olarak, genç kuşaklar, kendilerini üstünkörü haberdar oldukları dinleri üzerinden tarif etmeye yöneliyor tabii olarak. Aslında, ‘Türk’ denildiğinde Batılının kafasında otomatikman ‘İslam’ canlanırdı. Şimdilerde ise doğrudan İslam, Müslüman tanımlamaları kullanılıyor genelde. Bilinir; insan, nasıl tanımlanırsa verdiği refleksleri de o tanımlanma üzerinden olur. Türk olduğumuzdan dolayı ötekileştirilirsek, verdiğimiz tepki veya gösterdiğimiz refleks milli kültür omurgalı, yok inancımız üzerinden farklılaştırılırsak verilecek cevap İslam omurgalı olur. Ve bunun dili de çok önemli. Çünkü hangi dil konuşuluyorsa orada, o dilin kültürü hakimdir. Kültür-dil ilişkisi başka bir konu olduğundan, kısaca temas edip geçelim: Düşünce dili, duygusal dil, alan dili, iletişim dili, konuşma dili, yazım dili, muhabbet dili, vs. vs...

Basit ifadeyle; milli-dini kimlik, bir kuşun uçmasını sağlayan iki kanatları gibidir. Biri diğerinin alternatifi değil, tamamlayıcısıdır. Biraraya geldiğimiz mekanlarda yaşadığımız kültür, zamanın ruhuna hitap etmiyor. Kendimizi hep ‘öteki’ ne göre tanımlayıp, konumlandırınca, nerede ve nasıl olduğumuz netlik kazanmıyor. Gelinilen kültürel havzanın değerlerini çağa taşıyamayınca, ilişkiler genelde sathi kalıyor. Milli ve dini değerlerimizin çağa ait sözünü hala layıkıyla ortaya koyabildiğimizi söylemek mümkün değil. Bu eksiklğimiz, kültürel değerlerinden uzağa düşen genç kuşakların oluşmasına sebep oluyor. 3. kuşak çocuklarımızın davranışlarına bakıp, Alman akranlarınınkiyle kıyasladığımızda garip gelmiyor mu sizlere? Çocuklarımızın zeka problemi olmamasına rağmen neden daha çok sıkıntılılar? Çünkü, kimliği ayakta tutan kültürel değerler, yok denecek kadar az da ondan.

Zorlama kimliklerin sonucu kaoslar

Her ferdin doğuştan bir ırkı veya etnik kökeni vardır, dinini ise içinde yaşadığı toplumdan veya sonra kendi iradesiye edinir. (‘Her insan İslam fıtratı üzerine doğar’ı kasdetmediğimiz anlaşılmıştır herhalde) Yani, ‘Müslümanım’ diyen her insanı istesek de,  etnik  kökensiz veya ırksız düşünemeyiz. 

Türk denilince akla İslam gelir ve bunun ırkı kutsamayla da uzaktan yakından alakası yoktur. Sebebi ise; kültürümüzün ana omurgasını ve tüm yan ögelerini milli ve dini damarların beslemesidir. Hülasa, din ile kültür iki ayrı değerler manzumesi olmasına rağmen, birbirinden ayırdedilemeyecek kadar içiçedirler. Toplumlarda din, o toplumun kültüründe uygulama bulur, görünür hale gelir. Anadolu’daki her türlü çeşitlilik, bunun en güzel örneğidir. İster doğrudan ister dolaylı, insanları belli bir kimliğe zorlamanın dünyamızı nasıl kaosa sürüklediğiyle ilgili tüm menfi gelişmeleri hergün görüyor duyuyor, okuyoruz.

Dikkat edersek, radikal gruplar veya terör örgüt mensuplarının kahir ekseriyeti benimsediği veya ait olduğu kimliği kabul görmeyenlerden oluşur. Almanya’da ilginç bir süreç yaşıyoruz: Kültürel kimliğin olmazsa olmazı Türkçe’nin tedavülden kaldırılmak istendiği Almanya’da, Alman politik aklı, okullarda İslam Din Dersi verilmesini gıdım gıdım ilerletiyor. Alman politik aklı bu sistemli yavaşlıkla da, dini hizmet veren başta çatı örgütlerini, kapsama ve etki alanında tutarak, onları adeta dönüştürüyor. İtirazımız, dini hizmet veren STK’ların yerlileşmesi değil, ‘Almanyacı’laşmasıdır. 

Alman politik aklına göre, STK’lardaki ‘Almanyacı’larımız itiraz etseler bile, konu Türkler ise, kıytırık, göze hitabeden hahahilerin gırıla gittiği sözde etkinliklerde değil, derinde çokkültürlülük  daha kağıt üzerinde bile yoktur. Bu yanlışta ısrar edilip sürdürülmesi, hiçte arzu etmememize rağmen, ciddi sosyal gerilim ve şiddetlere gebedir...  Avrupa Türkleri, kendilerini sosyal ve kültürel gerçekler ışığında tarif edememeleri halinde, genç kuşaklarının hakim kültür tesiriyle kimliğini kurumsallaştıramadığından yakın vadede tamamen kaybolmalarına su taşımış olacaklardır.

Pompalananın aksine Almanya’da, Almanya Türkleri’nin kültürel (milli) ve dini kimliklerinin geleceği, çok ciddi türbülanslara gebe. Kaptanların ise uçağı bu şiddetli türbülanslardan selamete nasıl çıkarmaları gerektiği de samimi, tabusuz tartışma, istişarelerle mümkündür. Ne kadar görmemezlikten gelsekte, Avrupa Türkleri olarak, nesiller arası çok ciddi kültürel kırılmalar ve kopukluklar yaşıyoruz. Toplumsal devamiyet için hayati ehemmiyete sahip değerleri bizler anlatamıyoruz, genç kuşaklar da anlamıyor. Sadece dini bayramlarda büyük elleri öptürmekle, anadil gününde de şiir okutmakla, etkinlik olsun diye din bilgisi yarışmalarıyla kültürel devamlılık sağlandığını sanmaya devam ettiğimiz sürece, garip ama çoğalarak tükeneceğiz…

    Yorumlar

HAVA DURUMU
Görüntülemek istediğiniz ili seçiniz:
NAMAZ VAKİTLERİ
Görüntülemek istediğiniz ili seçiniz:
EN ÇOK OKUNANLAR
BUGÜN
BU HAFTA
BU AY
EN ÇOK YORUMLANANLAR
BUGÜN
BU HAFTA
BU AY
SPOR TOTO SÜPER LİG
Tür seçiniz:
E-GAZETE
ARŞİV
banner4