banner3

25 Nisan 2024 Perşembe

Almanya Filistin’e yardımlara tekrar başlıyor

Merkel'i Kıskandım

17 Haziran 2018, 13:23
Merkel'i Kıskandım
İronik de olsa artık Alman Şansölyesi Angela Merkel’in Türkiye’yi ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı kıskanması siyaset literatürümüzde yer edinmiş bir kavramdır. Öyle ki Türkiye’nin her ileri adımını ve Erdoğan’ın her başarısını dile getirmek için ‘Almanlar kıskandı’ repliği yaygın bir darbı mesel haline gelmekte. İstanbul’a üçüncü köprü, yeni havaalanı, Marmaray gibi projeler hakkında konuşurken Almanların ve Merkel’in kıskançlığına vurgu yapmak neredeyse konunun ayrılmaz bir parçası oldu.

Geçtiğimiz yıl yapılan genel seçimlerde Almanya gündemini en çok meşgul eden konu mülteciler meselesiydi. Seçimlerde pay kapmak için dişe diş bir mücadeleye sahne olan propaganda döneminde Angela Merkel’i en çok sıkıntıya sokan konu mültecilere karşı ‘yumuşak’ (!) tutumuydu. Bilhassa AfD (Almanya için Alternatif) adlı aşırı sağcı popülist parti bu konuyu ana tartışma mevzuu yapmayı başarmıştı. Mülteciler üzerinden ülkede yaşayan Müslümanları ve diğer yabancıları hedef tahtasına koyan AfD’nin bu tavrı, onu tüm Avrupa’da yükselen ırkçı, yabancı karşıtı ve İslam düşmanı cephenin en güçlü aktörlerinden birisi haline getirdi. Seçimlerden % 12,6’lık bir başarıyla çıkan AfD, yüze yakın milletvekilliği elde etti ve Bundestag’daki üçüncü büyük parti oldu. Uzun müzakerelerden sonra Hıristiyan Demokratların (CDU/CSU) hükümeti Sosyal Demokratlarla (SPD) kurması neticesinde AfD, ana muhalefet partisi konumuna yükseldi.

Seçim propaganda döneminde AfD’nin Merkel’e en çok suçlayıp yüklendiği hususlardan birisi onun Türkiye, dolayısıyla R. Tayyip Erdoğan ile yaptığı mültecilerle ilgili anlaşmaydı. Bizim Avrupalılar tarafından anlaşma hükümlerine uyulmadığı için tenkit ettiğimiz anlaşmaya AfD ve diğer aşırı sağ partilerin karşı çıkışı mülteciliği reddetmemesi, aksine mülteciliği belli kurallar çerçevesine sokarak meşrulaştırması noktasındaydı. Türkiye'de bilinenin aksine Suriye’de iç harbin başlamasının ardından 2017 yılına Almanya’ya giden mülteci sayısı 700 binin üzerindeydi. Bunlara henüz Almanya’ya varamamış aile fertleri de eklenince ortaya 1 milyon 200 bin kişiyi bulan ve ortalama Alman’ın gözlerini faltaşı gibi açtıran bir rakam çıkıyordu. Bu rakamlara aynı dönemde Irak, Afganistan ve diğer İslam ülkelerinden gelenler eklenince ırkçı partiler için gayet verimli oy devşirme alanları oluşmuştu. Aşırı sağ propaganda siyaseti esir almakla kalmamış, geniş halk kitlelerine de büyük oranda nüfuz etmiş, gündemi mülteciler konusuna kilitlemişti.

Konuyu bir yandan oy devşirmek için kullanan ırkçı odaklar, diğer yandan Merkel’i baskı altına alarak mülteci politikasını değiştirmeye zorluyorlardı. Almanya’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı oluşmuş tepkiyi de arkalarına aldıklarını düşünen bu çevreler, kamuoyu yoklamalarında büyük oy kaybı yaşadığı görülen Merkel’in direnemeyerek politikasını değiştireceğinin hesapları içindeydiler. Türkiye’den belli bir kesim de oy uğruna Merkel’in mültecileri satacağı korkusunu yaşamıştı. Ancak Alman Şansölye, Türkiye ile yapılan anlaşmanın doğru bir anlaşma olduğunu ve mülteciler politikasında değişikliğe gerek görmediğini savunmaktan bir an bile geri adım atmadı. Doğru olduğuna inandığı politikaları savunmak kendisine % 10 gibi bir oy kaybına yol açtı. Buna rağmen Merkel, mülteciler politikasına sadık kalmayı seçimlerden sonra da sürdürerek ilkesel tavrı popülizm, oy avcılığı ve halk goygoyculuğuna feda etmeyeceğini gösterdi.

Türkiye’deki politik atmosferin seçimlere bir hafta kala geldiği seviyeyi dokuz ay öncesinin Almanya’sı ile kıyaslayınca Angela Merkel’i kıskanmadan edemedim.

Bilhassa bedelli askerlik konusunda bir gün şöyle bir gün böyle söylenenlere, emeklilerden başlayarak çeşitli kesimlere dağıtılan rüşvet kabilinden primlere, kaynağı Nasreddin Hoca’nın koyun tüyü kabilinden tedbirlerle sağlanacağı söylenen uçuk hayallere, hiçbir gerçekçi hesap ve çözüme dayanmayan ekonominin düze çıkacağı masallarına, her dile getirilen problemin 24 Haziran’da çözüleceğine dair pembe vaadlere, politikacıların çoğunluğunun birbirlerini yere sermek için belden aşağı vuruş fırsatı kollayan tavırlarına bakınca Merkel’i ve diğer Alman politikacıları kıskandım.

Seçimin ardından Hıristiyan Demokratlarca önce Liberallerle (FDP) ve Yeşillerle (Die Grünen), sonra SPD ile yürütülen sabırlı, kararlı ve ilkelerden taviz verilmeyen çetin pazarlık dönemlerini, partilerin yeni duruma kendilerini uydurmak için yaptıkları iç düzenlemeleri ve şahsi fedakarlıkları, parti kazancına göre değil ülke menfaatine göre şekillendirilmiş koalisyon ve hükümet protokollerini, tüm bunlar yaşanırken sağlanan şeffaflığı, parti tabanlarının ve halkın ne derece işin içinde olduğunu hatırlayınca Almanları kıskandım.

Kıskançlığın insanı içten içe yeyip bitiren ne kadar kötü bir şey olduğunu bile bile kıskandım.

    Yorumlar

HAVA DURUMU
Görüntülemek istediğiniz ili seçiniz:
NAMAZ VAKİTLERİ
Görüntülemek istediğiniz ili seçiniz:
EN ÇOK OKUNANLAR
EN ÇOK YORUMLANANLAR
BUGÜN
BU HAFTA
BU AY
SPOR TOTO SÜPER LİG
Tür seçiniz:
E-GAZETE
ARŞİV
banner4