banner3

26 Nisan 2024 Cuma

Almanya Filistin’e yardımlara tekrar başlıyor

Mesut Yılmaz’la Bir Bayram Sabahı

30 Ekim 2020, 15:23
Mesut Yılmaz’la Bir Bayram Sabahı
 - Geçmiş zaman olur ki... -

Eskiden yurt dışındaki sivil toplum kuruluşları ve diğer cemiyet mensupları gibi gazetecilerin de yurt içerisindekilere göre önemli bir avantajı siyasilerle, devlet adamları ile sık olmasa bile daha kolay temas kurabilme şanslarıydı. O zamanlarda da bizden olan olmayan farkı var idiyse de şimdiki gibi bizden olmayan hain, düşman ilan edilip, listelerden çıkarılmazdı. Zaten resmi görüşmelerle ilgili akreditasyonların sadece Türk tarafından değil Alman tarafından da yapılması bu ayrımın pratikte pek yürümemesini sağlamaktaydı. O sebeple resmi temasları sevdiğimiz sevmediğimiz, kızdığımız nefret ettiğimiz kişilerle birlikte izlerdik. Ne biz onları kapı dışarı ettirebilirdik, ne onlar bizi.

Tabii bu tablo her zaman her şeyin güllük gülistanlık olduğu anlamına da gelmezdi. Bazen birileri birilerine kafayı takar, emdiği sütü burnundan getirir, adeta rezil ederdi. Merhum Mesut Yılmaz’ın başbakanlığı döneminde bir Bonn ziyaretinde, Alman Başbakanlık polisleri gerek Türkiye’den gelen gerek Almanya’dan ziyareti takip eden basın mensuplarına gayet medeni ve nazik davranırken Mehmet Ali Birand’a ayrı bir muamele uygulamış, neredeyse çoraplarına kadar aramış, üstüne üstlük bunu herkesin gözünün içine sokarcasına yapmıştı.

O basın toplantısında Alman Şansölye Helmut Kohl, Mesut Yılmaz’ı takdim ederken ‘merak etmeyin, benden daha güzel Almanca konuşuyor’ diye takdim etmişti. H. Kohl’un çok kötü bir konuşma stili olduğu zaten biliniyordu. Mesut Yılmaz çok güzel bir Almanca konuşuyor, Türkçe konuşurken yaptığı gibi araya reklam da almıyordu. Hatırlanacağı üzere M. Yılmaz’ın çok ağır konuşup kelimeler arasını çok açması ‘araya reklam alıyor’ diye eleştiri konusu yapılıyordu. Helmut Kohl ile Alman ekolünden olduğu bilinen Mesut Yılmaz’ın aralarındaki muhabbet uzun sürmeyecek, Avrupa Birliği konusunda verilen sözlerin yerine getirilmemesi, hatta Türkiye aleyhtarı bir tutum takınılması sebebiyle, eşine benzerine daha sonra da rastlanmayan büyük bir kavgaya yol açmış, o tarihten sonra Yılmaz, Almanya’ya ve bilhassa Kohl’e yüz vermemişti. (http://www.intertuerk.com/mesut-yilmaz-helmut-kohl-kavgasi-makale,43.html?

Mesut Yılmaz’ın Alman ekolünden oluşu sadece Türkiye’deki Avusturya Lisesi’nde okumasıyla alakalı olmayıp Köln Üniversitesi’nde yaptığı yüksek lisans ile de bağlantılıdır. Yine Rizeli olan Necdet Basa, Muhsin Rakıcı, diğer yandan Mehmet Niyazi Özdemir ve hatta bu günlerde ismi çok anılan Enver Altaylı ile aynı dönemlerde Köln Üniversitesi’nde idi. O dönemlerde amcam Yusuf Kantar da Köln’de idi ve Rizelilerin malum ileri derecedeki hemşehrilik adetleri gereği beraber olmaktaydılar; ancak M. Yılmaz’ın daha o zamanlardan ciddi, ketum, ağırbaşlı bir tutumla davrandığı görülüyordu.

Başta belirttiğim gibi yurt dışında oluşumuz Türkiye’den politikacılarla geldiklerinde temasımızı kolaylaştırıyordu. Bunun için herkesle Mesut Yılmaz gibi hem Rize’den hem Köln’den hemşehri olmamız gerekmiyordu. Turgut Özal, R. Tayyip Erdoğan başta olmak üzere diğerleriyle de benzer konforu yaşıyorduk. Mesut Yılmaz, başbakanlığından önce Turizm Bakanlığı ve Dış İşleri Bakanlığı dönemlerinde de birkaç kez Almanya’ya geldi. O zamanlar ülkenin başkenti Bonn olduğu için, gelen aslında Köln’e gelmiş oluyordu. Ben, bir yandan kendi gazetemiz İntertürk’ü çıkartırken diğer yandan Anadolu Ajansı, sonra TRT-İNT gibi devlet kurumları ve hemen hepsinin Bonn’da temsilciliği olan Türkçe gazetelerle de daha yakın ilişkide idim. O dönem, Bonn’da rahmetli Hakkı Akduman’ın AA temsilcisi, Ahmet Külahçı’nın Hürriyet temsilcisi, rahmetli Mehmet Aktan’ın milliyet temsilcisi, Ahmet Özay’ın da değişik gazete ve televizyonlarda üst düzey görevlere kadar rol aldığı, bir anlamda Türk basınının güçlü bir dönemiydi.

Mesut Yılmaz’ın hatırladığım kadarıyla Dış İşleri Bakanlığı dönemindeki bir Almanya ziyareti Kurban Bayramı’na denk gelmişti. Resmi bir bildirim yapılmamakla birlikte namazı Köln’deki DİTİB’e ait camide kılacağını haber almıştık. Ben de genelde bayram namazlarını DİTİB’de kılardım. Ayrıca İntertürk’ün bayram sayısının basılarak bayram sabahı DİTİB’de dağıtılması bir gelenek haline gelmişti. Bu durumda, hem namaz kılacak, hem gazete dağıtımı yapacak, hem de haber kovalayacaktık. Rahmetli Hakkı Abi, benim DİTİB’in girdisini çıktısını daha iyi bildiğimden hareketle bana bir sürü de vazife vermişti.

Bayram sabahı, hemen bütün gazeteciler DİTİB’de hazır ve nazırdık. Bir bakan veya bir yetkilinin bir yerden bir yere giderken arkasında gerekli gereksiz bir sürü kişinin eşlik etmesi bugünkü kadar abartılı olmasa da vardı. Bu sebeple Mesut Yılmaz, alakalı alakasız birkaç kişinin de refakatinde camiye geldi. Önce adet olduğu üzere caminin idari bölümüne kısaca uğradıktan sonra, idari bölümle cami kısmı arasındaki kısa koridoru geçerek içeri yürürken haliyle bizimle karşılaştı. Korumaların devlet adamlarına yol açmak için tekme tokat girişme adetleri pek yaygınlaşmamıştı. Nasıl olduğumuzu sordu, kısa birkaç cümle teatisi yapıldı, ben o sıra gruptan ayrılarak, cami içerisine yöneldim; önceden ayırdığım yerde konuşlanacak, rahat rahat fotoğraflarımı çekebilecektim. Daha içeri girmeden Hakkı Abi, geri çağırdı. Mesut Yılmaz, ‘çocuklar rica edeyim, fotoğraf çekmeyin, ibadeti istismar etmiş gibi olmayalım’ demiş, fotoğraf çekilmesini istememişti.

Bunun ardından Yılmaz ve yanındaki birkaç kişi içeri girdiler. Onlarla birlikte gelen ve çoğunluğu Bonn Büyükelçiliği’nden birkaç kişi ise biraz da heyecanla bir kenara yönelip kendi aralarında bir şeyler konuşmaya başladılar. Ben Hakkı abiye işaretle onları gösterirken her konuda müthiş bir gazetecilik merakına sahip Mehmet Aktan gördü ve ‘ne oluyor’ diye sordu. Ben usulca yanaşıp ne konuştuklarına kulak misafiri olmak için hamle yaparken Hakkı Abi yine durdurdu, ‘Mehmet’le ben gidelim, sen çaktırmadan fotoğraf çek’ dedi.

Biraz sonra durum anlaşıldı. Bizim bürokratlar aralarında ‘Bakan namaz kılıyor diye bizim de kılmamız gerekir mi’ konusunu aralarında değerlendiriliyorlarmış. Sonunda ‘O siyasi bir kişilik, namaz kılar kılmaz kendi bileceği iş. Ona namazda eşlik etmek gibi bir görevimiz yok. Ama kılmak isteyen varsa, kılmasında bir sakınca yok. Biz kılanları bekler, sonra birlikte gideriz’ gibi karara varmışlar. O gruptan da bir-iki kişi gidip abdest alarak namaza girdiler. Geri kalan bürokrat/monşer takımı ise caminin önüne çıktılar, cemaatin dikkatini çekmemek veya dağıtmamak için olsun bir kenara çekilmeyi de düşünemediklerinden tam tabiriyle ‘sap gibi’ dikilerek namazın sonuna kadar beklediler. Bu tavrı cemaat istihza ile karşılarken, dinle diyanetle pek alakası olmayan diğer gazeteci arkadaşlar da en hafif deyimiyle garipsemişlerdi. Mesut Yılmaz’ın tavrını ise, abdest alırken bile adeta foto muhabirleri ve kameramanlara poz verme derdindekilere kıyasla takdir etmiştik.

Günahı ve sevabıyla ebedi aleme intikal eyledi. Allah rahmet eylesin. Mekanı Cennet olsun.   

    Yorumlar

HAVA DURUMU
Görüntülemek istediğiniz ili seçiniz:
NAMAZ VAKİTLERİ
Görüntülemek istediğiniz ili seçiniz:
EN ÇOK OKUNANLAR
EN ÇOK YORUMLANANLAR
BUGÜN
BU HAFTA
BU AY
SPOR TOTO SÜPER LİG
Tür seçiniz:
E-GAZETE
ARŞİV
banner4